Kayıtlar

Divan-ı Kebir'den.

Resim
''Ey bütün varlık aleminden seçtiğimiz güzel! Sen, bizi bırakmışsın da kendine yönelmişsin, kendine bakmaktasın. Kendini seyretmedesin. Sen dünya işlerine dalmışsın, ihtiyaçların, isteklerin, elde edemediklerinin üzüntüsü içinde ay gibi iki büklüm olmuşsun.  Yüzlerce çeşit nimetler harmanı sana armağan edilmişken, sen bir tek tane için bu ihtiyaç tuzağına düşmüşsün.  Halbuki gökyüzünde senin üstünlüğünün, güzelliğinin neşesiyle düğünler oluyor, gök halkı bayram yapıyor.''

Rochester sayıklamaları ve çocukluğa dair

Resim
Küçük bir kızken beyaz tüplü bilgisayara cd'yi takıp büyük bir heyecanla izlemiştim Uyuyan Güzel'i, bu sahneyi de hiçbir zaman unutamamıştım. Çünkü favori prensesimin hemen hemen konuştuğu tek sahne, üstelik prensle. Ve elbette birlikte söyledikleri, hikayenin ruhunu üfleyen o eşsiz şarkı.  Özellikle sonda, koro girerkenki uzak çekim dans sahnesi beni her seferinde büyülemeye devam ediyor.  Jane Eyre, yine çocukluktan kalan ve şimdiye uzanan bir hatıra. İlkokul yıllarında sabah okula giderken yol üstündeki kırtasiyeden kitap alırdım okuduklarım bittikçe, Jane Eyre'nin de kapağını beğenince çocuklar için olan kısaltılmış versiyonunu almıştık babamla. Sonra bir çırpıda, çok çok severek ve beğenerek bitrmiştim kitabı, o zamanlar benim için fazlasıyla girift bir hikayeydi ve Rochester oldukça göz kamaştırıcı bir adamdı çünkü. Eh, o zamanlar, parmak kadar halimle Mehmet Aslantuğlu o meşhur Hanımın Çiftliği dizisinin nasıl fanatiği olduğumu düşünürsem bu benim için gayet normaldi

Chick flicklerden kopamamak, Freaky Friday

Resim
Pek öyle görünmesem de old school gençlik filmlerine hep biraz düşkündüm, o meşhur seksenler, doksanlar ve iki binlerin başında çekilen evlere şenlik, grunge'ın patladığı, baskılı tişörtlü, bilek bantlı, chokerlı, bass gitarlı ve elbette girl bandli falan, bizim gibi genç kalmış ruhları galeyana getiren, kıpır kıpır ettiren, dertsiz tasasız, aman aman bir sosyal mesaj verme kaygısı taşımayan, bazen de ailenin altını çizip küçükleri sevelim büyükleri sayalım minvalinde biten, klişe ve mutlu sonlu, pembe dünyalı o filmler. Ve ben de bu hikayeye birçokları gibi Sheakspeare oyununun modern bir yorumu olan 10 things I hate about you ile başladım, Heath Ledger'ın çıtır çerez olduğu o yıllar. İzlerken vefatından bihaberdim tabii o zamanlar, o yüzden o sevdiğimiz aktörlerin beklenmedik ölümlerinden sonra orda burda eski filmlerine denk gelince hissettiğimiz o buruk tat yoktu, filmin o aşırı keyifli dünyasına kapılıp yüzümde kocaman bir sırıtışla laptopun kapağını kapatmıştım. Ve tabii 

Bolu, bir kitap ve hissettiklerim

Resim
Geçen yıl aynı yerde Ruth bitmişti, Salome'dan. Bu yıl da yine aynı balkonda, buz gibi dağ havası kapalı pencerelerden sızarken adına vurulup aldığım bu kitabı bitirdim. Bolu hakikaten alabildiğine soğuk oluyor bu aylarda. Ve ben ne zaman buraya gelsek inatla, o demir gibi soğuğa aldırmadan hırkama sarınıp balkonda okuyorum kitabımı. Çay kahve falan da ayarlıyorum bir şeyler. Sonra da en fazla yarım saat dayanıp salona kaçıyorum yine. Hayır Bolulu değiliz, termal suları için geliyoruz bu şehre. Bizim ailede kaplıca tatili kendimi bildim bileli bir gelenek. Küçüklüğümde, babamın iş arkadaşlarından samimi olduğumuz ailelerle toplaşır aynı zamanda giderdik Kuzuluk'a, Armutlu'ya falan. Çok şenlikli olurdu bu toplaşmalar. Bol bol çay kahve içilen, monopoly, okey oynanan, go karta, çarpışan arabalara binilen, hep birlikte mangala, sonra alabalık yemeye gidilen, çocukların arasından en çok kafamın A. ile uyuştuğu ve birlikte delilikler yaptığımız, S. denen kızın şımarıklığı zaman

Tarih, Newton ve doksanlar ruhunu kaybetmeyenlere

Resim
  Aslında niyetim önce Küçük Kadınlar okuyup biraz kafa dağıtmak, dizi takip eder gibi Amerikan iç savaşı sırasında, sıradan bir ailenin cici kızlarının gündelik hayatlarıyla bir süre hemhal olmaktı. Çünkü daha yeni bir biyografi kitabı bitirmiştim, mevzubahis Isaac Newton olunca tabii, kitabın biyografik kısmı bitip de kuramlar ve felsefe başlayınca sonlara doğru inceden afakanlar basmıştı bir. Ama tabii, ikinci yarısında zorlaşan bir okuma ve lise yıllarında en çok zorlandığım caanım fizik dersi bile beni Newton aşkımdan, defalarca temize çekme huyundan muzdarip, el yazmalarını yatağının altında saklayan, fiziğin babası, kalkülüsün, yerçekiminin, hareket kanunlarının mucidi ve beyaz ışığın saf değil de tüm renklerin birleşimi olduğunu bize öğreten ve tüm bu bilimsel uğraşılarına karşın, aslında zamanın çoğunu İncil ve simya uğraşılarıyla geçiren büyük dahiye olan ilgimi kolay kolay söndüremeyecek, ben hep bir yanımla bu adama hayranlık duyacağım.  Nerede kalmıştık, evet, aslında Küçü

Edebiyat ve oldu bittiler

Resim
 Bundan tam altmış üç yıl kadar önce, Norveç'in göbeğinde, mart ayının son demlerinde ve kış aylarını aratmayacak, fazlasıyla soğuk bir günde -sıfır ila eksi bir derece arasında değiştiğini söylüyor o yılın hava durumu kayıtları- yirminci yüzyılın ikinci yarısında, polisiye kitaplarıyla tanıdığımız ünlü yazar Jo Nesbo dünyaya geldi. Ben de iki binli yılların başında, dünya kupasına katıldığımız ve üçüncü olduğumuz o senenin yine aynı, takvimlerde her ne hikmetse haşeratın canlandığı gün diye geçen, aşure gününden tam beş gün sonra, yirmi dokuz mart sabahı İstanbul'da doğdum. Memduh Şevket Esendal da bugünde doğmuş, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, Çorlu'da. Dedemin doğduğu şehirde.      Fatih Sultan Mehmet ise yirmi dokuz martı otuza bağlayan gecede doğduğu için çoğu kaynakta otuz mart olarak geçer doğduğu gün. Aslına bakarsanız da öyledir hakikaten. Otuz marttır doğum günü. Ama ben küçükken karşıma çıkan ilk kaynaktan yirmi dokuz mart diye okumuştum ve hayatımın hat

Çocukluk aşklarına övgü

Resim
Yine sabah erkenden uyansam, heyecanla hazırlandıktan sonra bizimkilerin hazırladığı kahvaltıya burun kıvırıp servis beklerken yediğim sabah ayazıyla uyansam. Onun da orada olduğunu bilerek, heyecanla binsem servise. Arkaplanda yine servisçi Gazanfer abinin açtığı o aptal romantik şarkılardan çalsa, sen uyurken ara ara, belli etmeden seni izlesem.  Sonra sınıflarımız aynı koridorda olmadığı için hayıflansam. Sonra merdivenlerden çıkarken bir şekilde varlığımı farkettirsem sana, sen de arkana dönüp bana baksan falan işte. Ama ben bu sefer intikam alır gibi, bakmasam bu sefer.  Küçükken yaşadığımız hoşlantılar ne tatlıydı. Ve eğer sizin de benim gibi ortaokul aşkınız son sene okuldan ayrıldıysa ve lisede tekrar onunla karşılaştıysanız, üstüne de okulun ilk günü bahçede birbirinizi farkettiyseniz her şey daha da ilginçleşiyor. Hahahaha, ne severdim seni be B. :D  Daha küçücük bir kızken benimle konuşmaya çalıştığında o parlak mavi gözlerden kaçar,  kızarıp bozarır, bildiğimi de unutur saç