Edebiyat ve oldu bittiler


 Bundan tam altmış üç yıl kadar önce, Norveç'in göbeğinde, mart ayının son demlerinde ve kış aylarını aratmayacak, fazlasıyla soğuk bir günde -sıfır ila eksi bir derece arasında değiştiğini söylüyor o yılın hava durumu kayıtları- yirminci yüzyılın ikinci yarısında, polisiye kitaplarıyla tanıdığımız ünlü yazar Jo Nesbo dünyaya geldi. Ben de iki binli yılların başında, dünya kupasına katıldığımız ve üçüncü olduğumuz o senenin yine aynı, takvimlerde her ne hikmetse haşeratın canlandığı gün diye geçen, aşure gününden tam beş gün sonra, yirmi dokuz mart sabahı İstanbul'da doğdum. Memduh Şevket Esendal da bugünde doğmuş, on dokuzuncu yüzyılın ikinci yarısında, Çorlu'da. Dedemin doğduğu şehirde.      Fatih Sultan Mehmet ise yirmi dokuz martı otuza bağlayan gecede doğduğu için çoğu kaynakta otuz mart olarak geçer doğduğu gün. Aslına bakarsanız da öyledir hakikaten. Otuz marttır doğum günü. Ama ben küçükken karşıma çıkan ilk kaynaktan yirmi dokuz mart diye okumuştum ve hayatımın hatırı sayılır bir kısmını Fatih Sultan Mehmet'le aynı günde doğduğuma inanarak geçirdim. 

Gelgelelim aynı günde doğmayı tutturabildiğim Jo Nesbo'ya, meşhur dedektifi Harry Hole'e ve dolayısıyla serinin ilk kitabı Yarasa'ya. doksanlardan günümüze uzanan uzun bir seri. İlk kitap Avusturalya'da geçiyor ve cinayetler serisinin izlerine düşmekle kalmıyor, aynı zamanda da aborjinler ve Avusturalya siyasetinin geçmişten beri onlara karşı politikaları ve tutumu hakkında epey bir şeyler öğreniyoruz. Ve elbette Avusturalya'nın meşhur turistik mekanları, yerel kabilelerin efsaneleri ve inançları, Avusturalya'ya özgü hayvanlar, espriler, yeraltı dünyası, panayırlar, palyaçolar, paraşütle atlamak, seri katiller falan. Güzel kitap. İyi vakit geçirtiyor ve merakla okunuyor. 




BBC edebiyat uyarlamalarını oldum olası sevdim. Nadir zamanlarda da, yani mini dizi izlemek istediğim zamanlar, çünkü genelde film tercih ediyorum ama ara ara mini dizi perileri de bir uğrarlar, içlerinden seçer bir tane izlerim. Hiç de pişman etmez. Güzel mekanlar ve özenilmiş dekorlar, dönemi yansıtan kostümler, dolu dolu içerik, iyi oyunculuk ve az bölüm sayısıyla bir çırpıda biterler. Ama ben haftada bir izlediğimden üç bölümlük diziyi üç haftada ancak bitirebildim. Ergenlik yıllarımda tek sezonu bir oturuşta bitirdiğim o günlere hayret ediyorum. Çünkü o yıllarda tam bir shoujo anime ve manga hastasıydım, ara ara da kore dizisi izlerdim ve tüm bu içerikleri büyük bir iştahla tüketirdim. Artık kafam kaldırmıyor, ahaha. Vay canına.

Ama filmlere olan merakım neredeyse hala ilk günkü gibi. Bir buçuk iki saatte giriş gelişme ve sonucu altın tepsiyle önünüze koyuyorlar gibi. İki yüz sayfayı aşmayan kitaplara karşı da benzer hisler içindeyim. Sizi yormuyor, elinizde sürünmüyor, bitirmek bir görev halini bile almadan hayatınıza bir dokunuş yapıp çıkıyorlar. Kaldı ki üç yüz dört yüz sayfayı aşan kitaplar bölümlere ayrılmadıysa takip etmek bile zorlaşıyor bana göre. Uzun bir kitabı bölümlere ayrılmamışsa okuyamam gibi geliyor.
 
Demem o ki, bu seferki seçtiğim dizi, defalarca beyaz perdeye uyarlanmış bir İngiliz klasiği olan Charles Dickens'ın Great Expectations bbc 2011 versiyonu. Severek izledim yine, her ne kadar tuhaflıklarla dolu ve karanlık, baskıcı bir dönem gibi görünse de Viktorya, ve belki de Regency dönemlerinde geçen dizi filmin tadı da bir başka oluyor. Jane Austen, Bronte kardeşler, Elizabeth Gaskell, George Eliot gibi isimler farklı bir yerdeler benim için. Hakeza bu isimlerden okuyup izlediklerimle alakalı bir dosya oluşturmak istiyorum bir gün blogda da. Bakalım.





Sonra bir de bir kitap var ki çok sevdim. Ki zaten mektup türünü okumayı ayrı sevmişimdir hep. Çünkü bu oldukça mahrem bir şey, yalnızca iki insanın arasında ve yine yalnızca o iki insanın bilmesi istenilen şeyler. Bir de tabii mevzubahis aşk mektubu olunca, aracılarla, ya da Osmanlı'daki şu haremlikten selamlığa doğru tam tur dönebilen dolaplara koyarak  - yani aslında bu dolaplar yemek servisi gibi masumane bir sebep içindi, sonraları bizim paşa kızlarıyla paşa oğulları, gizli gizli mektuplar, hediyeler falan bırakır olmuşlar, dolaplar çevirmişler yani-  gizli saklı, tenhalarda menhalarda ulaştırdığınız o mektuplar olunca işte, çocuksu bir merak ve heyecanla çeviriyorsunuz sayfaları. 

Sonrasında aman yarabbi, ben nasıl oldu da bu devre denk geldim, o dönemlerde eli kalem tutan herkes mi şairmiş diye üzülüp önce o aşk mektuplarının muhatabı olamadığınız için, sonra da yine bir paşa kızı olarak doğmadığınız için hayıflanmayın ama benim gibi. 

Kitabı okuyalı bir ay kadar oluyor sanırım, içinde hiçbir paşa kızı, dönen dolaplar falan yoktu. Kaldı ki isimler bile gizli saklı mektupların bir kısmında, yakayı ele vermemek için. Ama o dönemlerde okuma yazmayı daha çok üst sınıf biliyor olduğundan tabii öyle tahmin ediyorum.


Dargın bir sevgilinin mektubunun son sözleri mesela;

''Nesrin... Gönül öyle bir hassasiyettedir ki, bazı demler;

Gül yaprağından ince
Bir sitem işitince
Yaralanır derinden
İncinir her yerinden

Fakat, işte yine dayanamıyorum... Müteessir, küskün, kırgın... Yine parmaklarım gayr-ı ihtiyari kalemime gidiyor... Ve o kalem yine sana hitaben kelimeler üzerinde oynamaya başlıyor.

Bu sefer seni pek kolay affetmeyeceğim... Ama güzel gözlerinden...''

Nüzhet


Bu tabii yalnızca minicik bir kesit kitaptan. Daha neler neler... İskelede görüp, vurulup itiraf eden beyler, çocukluk arkadaşlarının birbirlerine açıldığı mektuplar, küs olduğu halde dayanamayıp yazanlar, buluşma yerine geç kalıp paparayı yiyenler, bir cesaret genç bir kıza evlilik teklifi eden çocuklu dul kırantalar, nişanlı çifte kumrular, cebinden farklı renk saç çıkanlar, o benim bebeklik saçımdı, sana göstermek için getirmiştim, sen zaten Avrupa'dan kuzenin gelince bir değişiverdin, bunu da bahane ettin diye reddiye yazanlar...

Demem o ki Osmanlı'da Aşk Mektupları adındaki bu derlemeyi bir yerlerden bulup okuyun mutlaka. Üstüne de Yakup Kadri'den Hep O Şarkı'yla cila yapsanız ne güzel olur, ama herhalde o artık başka bir yazının konusu.


Yorumlar

  1. hımms yine faydalı oldu, büyük umutlar ı izlememişim zatensi :) yine tatliş anlatmışsın :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. En iyi uyarlama olmayabilir belki ama güzeldi, verilen vakte değiyor :) Teşekkür ederimm

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çocukluk aşklarına övgü

Rochester sayıklamaları ve çocukluğa dair

Chick flicklerden kopamamak, Freaky Friday