Chick flicklerden kopamamak, Freaky Friday

Pek öyle görünmesem de old school gençlik filmlerine hep biraz düşkündüm, o meşhur seksenler, doksanlar ve iki binlerin başında çekilen evlere şenlik, grunge'ın patladığı, baskılı tişörtlü, bilek bantlı, chokerlı, bass gitarlı ve elbette girl bandli falan, bizim gibi genç kalmış ruhları galeyana getiren, kıpır kıpır ettiren, dertsiz tasasız, aman aman bir sosyal mesaj verme kaygısı taşımayan, bazen de ailenin altını çizip küçükleri sevelim büyükleri sayalım minvalinde biten, klişe ve mutlu sonlu, pembe dünyalı o filmler. Ve ben de bu hikayeye birçokları gibi Sheakspeare oyununun modern bir yorumu olan 10 things I hate about you ile başladım, Heath Ledger'ın çıtır çerez olduğu o yıllar. İzlerken vefatından bihaberdim tabii o zamanlar, o yüzden o sevdiğimiz aktörlerin beklenmedik ölümlerinden sonra orda burda eski filmlerine denk gelince hissettiğimiz o buruk tat yoktu, filmin o aşırı keyifli dünyasına kapılıp yüzümde kocaman bir sırıtışla laptopun kapağını kapatmıştım. Ve tabii  böyle bir gençlik filmi için fazlasıyla etkileyici olan meşhur şiir sahnesinde hemen hepimizi duygulandırmayı başarmışlardı, için için içlenmiştik biz de başrol hatunun kendini role kaptırdığı gibi. Ve elbette o ikonik stadyum sahnesinde sanki bana serenad yapılıyormuşçasına ağzım kulaklarımdaydı. Eh, o dönemler ben de bir liseliydim sonuçta, belki de bu yüzden o zamanlar gençlik filmleriyle daha çok empati kurabiliyorduk hah, ne dersiniz? 



Karizmatik adamdı rahmetli. Yani bakınca bebek yüzlü falan değil, ya da bir kız güzelliği falan yok ki zaten öyle tipleri en son lisede falan seviyorduk herhalde. Maskülen görünen, güzel sesli, yakışıklı bir adamdı. Patrick rolüne de çok güzel uymuştu hakikaten.

Yani gerçi şimdilerde yine bu ayarda ama fantastikli bir iki binler chick flick'i izledim de geldim, ve ergenliği çoktan bitirmiş olmam gerekiyor olmasına rağmen izledikten hemen sonra başrol hatunun hayatına acayip özendiğimi de farkettim. Demek ki bitirememişim. Şimdi bir zaman makinesine binsek ve ben şöyle liseli asi rocker girl havalarında takıldığım bir dünyada, okulda bana denk düşen, adeta karşı cinste bir izdüşümüm olan, havasından ve elbette bad boyluğundan yanına yaklaşılmayan uzun saçlı hafif korkutucu çekinilen bir tip olan ama aslında pek de göründüğü gibi olmayan karizmatik motorcu rocker boyumuzla bir hikayenin başrolleri olsak, bass gitarımızla slapler atsak, okul çıkışlarında grubumuzla kiralık bir bodrum katında prova yapsak falan, hahaha. Bilmem yapsak mı, şöyle kalabalık bir yerde ahjsdhfhfjd 



Yalnız bu oğlan lise dönemi bizim sınıfın popüler basketçi oğlanlarından birine çok benziyor, hemen hemen aynısı. Ama ben hoşlanmazdım pek, pek bir burnu havalardaydı çünkü. E bizim okul da İstanbul'da deniz kenarı bir ilçenin en iyi lisesi olunca tabii, üstüne bir de serbest giyim, Amerikan liselerinden çok da farklı değildi ortamı. 
 Neyse ne diyordum, ben bu oğlanı basbayağı itici bulurken yine basketçi kankası Deniz'i de pek bir beğenirdim :P 

Disney'in Disney olduğu zamanlardan kalma tam olarak böyle bir film izledim. Freaky Friday. Bir sürü uyarlaması var, yeniden evlenmek üzere olan bekar bir anne ve asi ergen kızının beden değiştirdiği bu filmde. Şimdilik Lindsay Lohan'lı ve Jamie Lee Curtis'li 2003 yapımı filmiyle açılışı yapmış bulunmaktayım bu mevzuya a dostlar. Bu arada şu Lindsay'in de gençlik halleri aynı yarı Leh sıra arkadaşıma benziyor liseden. Lise filmlerinde lise arkadaşlarıma benzeyen tiplerin olması da ayrı enteresan. Şu yazının ilk paragrafında ondan da bahsetmişim bak. Ve evet o keko tipli oğlanı da hala bırakmadı, tasası da bana düştü :P Londra'da genetik alanında yl yapıyor kendisi şu an. Ay ama ne bileyim, instadan takip ediyorum şu sıralar ve önüme düştükçe ve fotoğraflarını gördükçe ay bayılazam triplerine giriyorum :P Ama ne yapayım, oğlan çok albenisiz ve pek de sevmezdim onu, özenti bir tip gibi gelirdi, hani popülerleştiremediklerimizden ama içten içe bunu isteyen biri gibi, vasat bir eleman. Hatun sayesinde Londralarda fink atıyor şu an ahsjsdfhjd
Ay aman neyse bize ne :P 




Mest oldum. lmao.

İnsan büyüyünce böyle oluyor herhalde, gençlik filmlerinde gül yüzlü ergen oğlanlar aman ne şeker çocukmuş havalarında izlenirken, otuzlu kırklı yaşlarındaki baba rolüyle falan karşımıza çıkan koca koca adamlar o duruşlarıyla, görmüş geçirmiş halleriyle nasıl da göz kamaştırıcı oluyorlar :D 

Çocukların cici babası rolündeki Mark Harmon da çok karizmatikti gerçekten. O olgun, nahif, kibar, halden anlar haller, tam bir salon erkeğiydi doğrusu. İnternetten gençlik fotoğraflarını da inceledim, adam hep karizmatikmiş. Bana bunlarla gelin :P





Ve evet, ergen kızımızın platoniği şu metalci oğlanı da yeterince övemedik. Yani aslında tatlı, hem de çok tatli bir gülüşü olan, belki de liseli bana tansiyon düşürttürecek kıvamda, cool takılan kız güzeli sevimli bir oğlancıktı, ama biliyorsunuz ki ben artık farklı bir ligde oynuyorum a dostlar. Ve ayrıyeten eklemek isterim ki liseli ben bile başrol kızımız annesinin bedenindeyken oğlanın ona aşık olduğu uncool şebelek hallerinden  dolayı soğurdu gibime geliyor. Bu çocukta bir Patrick karizması yoktu. 

Ve elbette filmi sırtlayan ve bu rolle çok iyi bir iş çıkarmış olan nepo baby Jamie Lee Curtis'ten bahsetmemek olmaz. Özellikle ergen kızıyla beden değiştirdikten sonraki metalci çılgın hatun hallerine ve tarz değişimine bayıldım. Müthiş cool olmuştu bence. Ayrıca kızına da ayrı şapka çıkartmak lazım,  platoniğini annesinin bedeninde bile kendine aşık etti hatun, oğlanın az buçuk aklını da başından aldı.
Dipnot olarak bu kadının bass gitar sahneleri için gerçekten ders aldığını da söylemek isterim. Başrol ergen kızımız kendi rock grubunun çıkış sahnesinde kızının bedeninde hapsolmuş annesini ve bu sıkıntılı durumu nasıl da güzel kotarıp, elinde gitarıyla sahnenin arkasından tüylerimizi diken diken etti, hayranlıkla izledik. Ve belki de bazılarımız ileride böyle bir anne olacağına dair yeminlerini verdi.






Ve son olarak kardeşlerin sürekli didişip anlaşamamaları, ve nihayetinde tatlı bir sonla birbirlerine olan derin bağlarını izlememiz, veletin abla sevgisinin açığa çıkması falan da çok şekerdi. Bu minnoş oğlanın da yüzü yeğenime benziyor diye ayrı sevdim. -evet bu filmdeki herkes bana birilerini hatırlatıyor- Aynı zamanda dede ve küçük torunun arasındaki diyaloglar da filme renk katan, eğlenceli detaylardandı. 



Yani, diyorum ki, böyle filmler güzel vallahi, iyi kafa dağıtıyor, eski bir disney gençlik filmi falan buldunuz mu bir şans verin, hep de yeni dalga filmleri, sanat sepet takılıp durmayacaksınız ya, böyle cici cici mesaj veren, mutlu aile ve empati yapmak temalı, beyazın komple beyaz siyahın komple siyah olduğu filmlere de ihtiyaç var. 



Yorumlar

  1. ledger ın filmi çok ünlü ivit :) böyle benzer filmlerden the breakfast club var :) freaky friday bilmiyom izlicem :) jamie yaaa halloween serisi yaaa :) mark harmon sinema tv dünyasının gelmiş geçmiş en yakışıklı erkeklerindenmiş :) bütün dünyada flamingo road adlı diziyle tanınmış :) bu yazını unutmayım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. The breakfast club kültlerden diye biliyorum, izleme listemde bakıcam ins :) şu aralar fantastikli old school şeyler izliyorum şirin şeker :) Flamingo yolu kulağıma çalınmıştı bir yerlerden, eskiden ülkemizde tvde gösterilen dizilerden sanırım. Mark Harmon iyiydi gerçekten yaaa, ilerlemiş yaşı ve ufacik rolünde bile burda :)

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Çocukluk aşklarına övgü

Rochester sayıklamaları ve çocukluğa dair