Çocukluk aşklarına övgü

Yine sabah erkenden uyansam, heyecanla hazırlandıktan sonra bizimkilerin hazırladığı kahvaltıya burun kıvırıp servis beklerken yediğim sabah ayazıyla uyansam. Onun da orada olduğunu bilerek, heyecanla binsem servise. Arkaplanda yine servisçi Gazanfer abinin açtığı o aptal romantik şarkılardan çalsa, sen uyurken ara ara, belli etmeden seni izlesem.  Sonra sınıflarımız aynı koridorda olmadığı için hayıflansam. Sonra merdivenlerden çıkarken bir şekilde varlığımı farkettirsem sana, sen de arkana dönüp bana baksan falan işte. Ama ben bu sefer intikam alır gibi, bakmasam bu sefer. 

Küçükken yaşadığımız hoşlantılar ne tatlıydı. Ve eğer sizin de benim gibi ortaokul aşkınız son sene okuldan ayrıldıysa ve lisede tekrar onunla karşılaştıysanız, üstüne de okulun ilk günü bahçede birbirinizi farkettiyseniz her şey daha da ilginçleşiyor. Hahahaha, ne severdim seni be B. :D 

Daha küçücük bir kızken benimle konuşmaya çalıştığında o parlak mavi gözlerden kaçar,  kızarıp bozarır, bildiğimi de unutur saçmalamaya başlardım. Teneffüs zili çaldığında sınıf kapısının önündeydi bir sefer, ben de acelem varmış gibi yapıp koştur koştur çıkarken onu ittirip yaa bir çıksana diye bağırmıştım, özellikle tabii. Onu kızdırmak, onunla uğraşmak, verdiği tepkileri izlemek çok hoşuma giderdi. Bir ara bahçede yine onu kızdıracak bir şeyler söylemiştim eğlenmek için, o da gülerek kolumu çimdikleyip kaçmıştı. Ben de bir yandan bağırırken kovalamaya çalışmıştım onu. Tabii onun bu tepkisi benim için zafer gibi bir şeydi. Sonunda elimde neye yoracağımı bilemediğim göz göze gelişlerden başka elle tutulur bir şey vardı. Üstelik koluma dokunmuştu da, bana gülmüştü. Dünyalar benim olmuştu tabii.

Bir sefer beni ve B'yi çok seven fen hocası bir oyun oynatmıştı bize, bom diye. Karşılıklı birer birer sayıp üç ve üçün katlarında bom dediğiniz bir oyun. Okulun son günleri, ben tam da önceki günden kakül kestirmiştim, tam bir çalışkan cici kız görünümündeydim hani. Sonra hocamız ikili ikili eşleştirmişti bizi, beni de B. ile. Yani aslında bu benim kaldırabileceğim bir şey değildi o zamanlar :D

Aman yarabbi, tüm sınıfın ortasında, herkes bizi izlerken birbirimizin gözlerine bakıp karşılıklı sayı sayacağız.. Hemen her şeye cevabı olan Küçük Kara Balık'a bu sefer soru zor yerden gelmişti. E ben de kızarmaya başladım tabii, hem de çıplak gözle farkedilinceye kadar. Öyle ki öğretmen bile anlam veremeyerek, Küçük Kara Balık, kızardın? demişti. Ah şu halden anlamayan hocalar, hocalarımız.. :) 

Sonra ne mi oldu, tahmin ettiğimden çok daha erken karıştırıp elendi B.  

Sonra biz biraz daha büyüdük, liseye giriş sınavları yaklaştı, son sınıfa geçeceğimiz, yaz tatiline yaklaştığımız o günlerde okuldan ayrılacağını öğrendim. Karne günü süslenip püslenip biraz da üzülerek onu son kez görmek üzere okula gittim. O gün hava biraz serindi herhalde, ceketlerimizi giyerken ona son bir kez baktım, özellikle, onun da bana bakmasını ister gibi. O da bana baktı sonra, biraz uzun, sustuk. 

Ahahaha. :D On iki on üç yaşlarındaki iki veledin platonik aşklarını daha ne kadar dramatikleştirebilirim? Ama yine de, tüm içtenliğimle söylüyorum ki, her şeye rağmen üzücüydü o sahne, acı tatlı bir bakışmaydı o. :) Hatırlayın, Reşat Nuri Güntekin çoktan yazdı Çalıkuşu'nun dilinden tüm bunları. Hani Feride, Neriman'ın gül kurusu çarşafını giymişti de, Neriman'ın aşığı da uzaktan çarşafı tanıyıp tüm sırrı bozmuştu. Sonra Kamran'a olanları anlatırken bu ikisinin sırrını afişe etmemesini, ileride olabilecek bir şeyin bozulmamasını istemişti Kamran'dan. 
Kamran da söz verip eklemişti, Neriman o kadar çocuk ki... diye. 
Sonra Feride manidar bir laf etmişti, Olabilir, fakat böyle çocukların kalbi hiç de göründüğü gibi olmuyor diye. Sonra susmuşlardı.. Onun gibi. 

Ben tabii böyle lise sınavını atlatmışken, bir heyecanla annemle babamın peşine takılıp kazandığım okula gittiğimde, bizimkilerle kantinde otururken, herkesin içinde onu farketmeyi beklemiyordum tabii. Hem de hiç. Aklımın ucundan bile geçmemişti aynı okulu kazanacağımız. Çok şaşırdım, biraz da utanıp afalladım. Hem annemler de yanımda, şu an çevremde dönen bu şeylere odaklanamazdım. Ay neyse ki beni farketmedi orada otururken, diye düşündüm. Hiç hazır değildim buna çünkü. İlk günden karnıma yumruk yemiş gibiyim. :) Şaşkınlık, heyecan, ay büyümüşş hisleri... Sonra bir yandan, ilk şaşkınlığımı attıktan sonra, acaba aynı sınıfa düşer miyiz diye heyecanlanmak. 

Düşmedik. 

Ama ilk gün daha bahçede sıraya bile girmemişken, öyle rastgele insanlarla tanışıp konuşurken, birbirimizi farkettik. Yani aslında ben kızlarla yürüyordum öyle, o da yeni arkadaşlarıyla bankta oturup etrafına bakıyordu, sonra göz göze geldik. Tanıdık bir çift mavi göz. Yine o tanıdık bakışlarıyla tam da bana bakıyor. 
Velet halimle olanca utangaçlığımı bir kenara bırakıp türlü çeşit numaralarla dikkatini çekmeye çalıştığım, zaman zaman başarılı da olduğum, ders aralarında gizli gizli izlediğim, hislerimi bazen içimden, bazen de ilgisizliğine karşı içimde biriken hıncımla, göstere göstere yaşadığım o sarışın, budala oğlan. Budala olmasaydı o son ayrılık vaktinde bir gelip konuşmaz mıydı yahu :P

Neyse, ne diyordum? Evet, aynı sınıfa düşmedik. Ama bari sınıflarımız aynı koridorda olsaydı...
Benim gibi son şubeye, E şubesine düşenlerin kaderi bu. Yukarılarda bir yerlerde sınıf, merdivenler çık çık bitmiyor.-Of tamam, ahaha, dokuzların bir üst katındaydı e ve d şubeleri sanırsam-  Neyse ki sınıfımızda popüler oğlanlar falan da var da, farklı sınıflardaki dönemdaşlarımızın gül yüzlerini görebiliyoruz :P 

İlk haftalar aklımı tek karıştıran sadece bu oğlan da değildi hani. Sınıfta zekice espriler yapan, fırlama bir tip var. Herkesin de kanı kaynadı şimdiden bu oğlana, şeytan tüyü var dediklerinden. İyi hoş, tatlı çocuk da hiç benim tipim değil. Üstüne de yaptığı her şakadan sonra bana bakıyor. Onun baktığını anlamam için, benim de ona bakıyor olmam lazım, diyeceksiniz. O da şöyle, eleman ortaya bir şaka yapıyor, ki biz buna U. diyelim, sonra gülerek herkes ona bakıyor ki bu gülenlerden biri de benim. 
Şimdi de belki bir göz göze gelişin altında bir anlam mı aradın diyeceksiniz. Bu olay bir değil iki değil, defalarca olunca kıllanmaya başladım ben de işte, ahahaha :D

Neyse ben böyle belki de olmayan bir şey için kendi kendime kurup kurup bu U. denen oğlana bilendiğim günlerde, bir süre sonra servise başladım. 

Bingo, serviste B. de var. Ve bundan sonra okul dönüşlerinde hep tam arkamda B. de oturuyor olacak. 
Awww. Ahaha :D Sonra arkadaşlarıyla konuşurken sesinin ortaokul yıllarımızdan bu yana kalınlaştığını farkedeceğim, yine her servise binişimde göz göze geleceğiz, o tanıdık bakışlar hep yaptığı gibi bir şekilde kalbime dokunmayı başaracak, öyle öyle günler geçecek. Sonra bizim sınıfın okul gezisinde, ben serviste cam kenarında oturacağım, B. de o sırada dışarıda olacak. Sonra ben onu farkedeceğim servisin camından dışarı bakarken. O da beni farkedecek.
Sonra servis kalkarken, biz okuldan uzaklaşıncaya dek bakışacağız öyle, her zamanki gibi, avel avel. :D
Ama nasıl sinematografik bir andı, birkaç zaman sonra bu hikayeyi ablama anlatmıştım da, bir güzel dalgasını geçmiştik bu anın :D 

Sonra serviste arkamı dönüp adının yazdığı makbuzu uzatırken bu an gözüme tuhaf bir şekilde romantik gelecek, bak ismini hala hatırlıyorum, seni unutmadım der gibi. Çünkü lisede tek kelime konuşmamıştık.

Sonra günler günler sonra, sıradan bir okul gününde, yine servise bindiğim, arada bir arkadaşımla sohbet ettiğim günlerden birinde, B.'nin arkadaşı ve benim de sınıf arkadaşım olan A. birden, biraz da duyulacak bir şekilde B.'ye 'Seeen eskideen...' diye gülerek bir şeyler söylemeye çalışırken B.'nin onu susturuşunu hala hatırlıyorum ve üstüme alındım tabii. Çünkü o koca serviste B.'yi eskiden beri tanıyan tek kişi bendim ve A.'nın da ses tonu birilerine bir şeyler duyurtmak ister gibiydi. 

Belki sonra U. ile ne oldu ne bitti onu da anlatırım bir gün. 








Yorumlar

  1. Yaaaaaa ❣️❣️❣️❣️ çok iyi bir hikaye ya. Şarkı da çok uyumlu olmuş, tam da anıları bitirip de bizler de o anılarının içinde kaybolduğumuzda şarkı başlıyor ve duygularımıza tercüman oluyor..
    Benim de başıma gelmişti böyle bir olay ama ben bu kadar ince ruhlu değilim ve uzaktan sevmek yetmiyor hehehehehe 😈 o yüzden daha temaslı ama ikinci kavuşmada pek duygusuz bir hikaye anlatacağım XD. 1. Ve 2. Sınıfta M diye biri vardı diyeyim ben de. En önde ve aynı sırada oturuyorduk! Ikimiz sınıf nöbetçisi oluyor koca sınıfta yalnız kalıyorduk, biz bize oynuyorduk falan. Tahta silgilerini farklı pencerelerden sarkip duvara vurarak temizliyor, bakışıyorduk hehe. Sonra başka okula gitti. Çok üzüldüm tabi. El sıkıştık ayrılırken şöyle bı baktık diyecek bı sey yok. Iki sene sonra ben de onun olduğu okula gittim başka ilçesiydi Konya'nın. Aynı sınıfa da düştük tabi hehee. Sonra tanıdığım tek kişi diye onunla oturdum, onunla oynadım teneffüste falan. Sonra kız arkadaşlar bulunca sattım gitti heheheh. İlk aşkımdı muhtemelen. 😸
    Kalemine sağlık. Gene içinde kayboldum yazının ❣️

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bizim tam geçiş dönemine denk geliyordu ya, araya ergenlik falan girdi, ondan bence bu mesafelilik, bir de iki taraf da evlere şenlik introvert olunca :D İkimiz de çok sosyal insanlar değildik ve genelde çevremizdeki hemcinslerimizle konuşurduk sadece. Vee bu şeker anınızı paylaştığınız için çok teşekkür ederiz efenim :) Ama benim ilk aşkım değildi yaş gereği, ahahaha XD
      Okuyan güzel gözlerine sağlık <3

      Sil
  2. yaaa çok tatlı anı bu da ama niye hiç konuşmadınız ki yaaa, eski okuldan birbirinizi görmüş olduğunuz için konuşabilirdiniz ki yaa :) poff üzüldüm :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. İki introvertten anca bu kadar oluyor, ahaha :D Bir de ergenlik, yeni bir okul falan, araya başka esas oğlanlar ve kızlar girdi belki de :D Okulun ilk sınavında, ki kelebek sistemiydi bizim sınavlar, şansa tam önümde oturmuştu da arkasını bile dönmemisti eski arkadaşına hain :P Ondan çok daha sevimli oğlanlar vardı aslına bakılırsa :D

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rochester sayıklamaları ve çocukluğa dair

Chick flicklerden kopamamak, Freaky Friday